GİRİŞİM SERMAYESİ FONU
Türk hukuk sisteminde Sermaye Piyasası Kurumları 30.12.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6362 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu[1] (SPKn) 35. maddesinde düzenlenmiştir. Bu kanuna göre faaliyette bulunabilecek Sermaye Piyasası Kurumları[2] şu şekilde sayılmıştır:
1) Sermaye Piyasası Kurumlarına Genel Bakış
Türk hukuk sisteminde Sermaye Piyasası Kurumları 30.12.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6362 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu[1] (SPKn) 35. maddesinde düzenlenmiştir. Bu kanuna göre faaliyette bulunabilecek Sermaye Piyasası Kurumları[2] şu şekilde sayılmıştır:
a) Yatırım kuruluşları
b) Kolektif yatırım kuruluşları
c)Sermaye piyasasında faaliyette bulunacak bağımsız denetim, değerleme ve derecelendirme kuruluşları
ç) Portföy yönetim şirketleri
d) İpotek finansmanı kuruluşları
e) Konut finansmanı ve varlık finansmanı fonları
f) Varlık kiralama şirketleri
g) Merkezî takas kuruluşları
ğ) Merkezî saklama kuruluşları
h) Veri depolama kuruluşları
ı) Kuruluş ve faaliyet esasları Kurulca belirlenen diğer sermaye piyasası kurumları
Yukarıda saymış olduğumuz kurumlardan b bendi kapsamındaki Kolektif Yatırım Kuruluşları 6362 sayılı kanunun 4. Bölümünde düzenlenmekte olup kanunun bu kısmında Yatırım Ortaklıkları ve Yatırım Fonları ile ilgili düzenlenmeler yer almaktadır.
Yatırım Ortaklıkları; 6362 sayılı kanunun 48. maddesinde ifade edildiği üzere sermaye piyasası araçları, gayrimenkul, girişim sermayesi yatırımları ile kurulca belirlenecek diğer varlık ve haklardan oluşan portföyleri işletmek amacıyla, paylarını ihraç etmek üzere kurulan sabit veya değişken sermayeli anonim ortaklıklardır. Halktan topladığı fonlar ile portföy oluşturacağı varlıklara göre menkul kıymet yatırım ortaklıkları, gayrimenkul yatırım ortaklıkları, girişim sermayesi yatırım ortaklıkları ve altyapı gayrimenkul yatırım ortaklıları olmak üzere dört türü bulunmaktadır.
Yatırım Fonları; tasarruf sahiplerinden fon katılma payı karşılığında toplanan para ya da diğer varlıklarla, tasarruf sahipleri hesabına, inançlı mülkiyet esaslarına göre Kurulca belirlenen varlık ve haklardan oluşan portföy veya portföyleri işletmek amacıyla kurulan malvarlığıdır ve tüzel kişiliği bulunmamaktadır.
Yatırım fonlarında fonun mal varlığının ayrılığı prensibi benimsenmiştir. Buna göre; fonun mal varlığı, portföy yönetim şirketi ve portföy saklama hizmetini yürütecek kuruluşun mal varlığından ayrıdır. (SPKn m.53)
2499 sayılı kanunda fonun mal varlığı ayrılığını ayrıntılı bir şekilde düzenleyen ayrı bir madde mevcut değilken 6362 sayılı kanunla bu eksiklik giderilmiş; fonun mal varlığının hangi amaçlar için teminat olarak gösterilip rehnedilebileceği açık olarak gösterilmiştir. Bununla beraber 2499 sayılı Kanun’da yer alan fon malvarlığının ayrılığına ilişkin hükümler yeni kanunda daha detaylı ve açık bir şekilde düzenlenmiştir. Bu düzenleme ile Fon malvarlığının, üçüncü kişilerin fona yönelik tasarrufları karşısında koruma altına alınması amaçlanmıştır.
Yatırım fonlarının kuruluşlarına, faaliyet ilke ve kurallarına, katılma payları ile bunların ihracına ve kamunun aydınlatılmasına ilişkin esaslar düzenlemek amacıyla 9 Temmuz 2013 Salı günlü 28702 sayılı Resmi Gazete’de “ Yatırım Fonlarına İlişkin Esaslar Tebliği” adı altında SPK tarafından bir tebliğ yayınlanmıştır. Ancak borsa yatırım fonları, gayrimenkul yatırım fonları ve girişim sermayesi yatırım fonları bu Tebliğ kapsamı dışında tutulmuştur.
2)Girişim Sermayesi ve Girişim Sermayesi Yatırım Fonları
a) Girişim Sermayesi
Girişim sermayesi; gelişen teknoloji ve modern iş yaşamının gereksinimleri doğrultusunda ortaya çıkan ve yaratıcı fikirler, hızlı çözümler, yenilikçi ve hayatı kolaylaştıran buluşlar üreten ancak sermaye sıkıntısı çeken girişimciler ile küçük-orta boy işletmelere finansal destek sağlamak amacıyla geliştirilmiş bir sermaye türüdür.
Girişim sermayesi yatırımı bir yatırım kararı olup, bunu kişiler veya herhangi bir şirket de yapabilir. Girişim sermaye şirketleri gelişme potansiyeli yüksek, dinamik, yenilikçi fikirleri olan ve kaynak ihtiyacı olan yatırımcıların fikirlerini gerçeğe dönüştürmelerini sağlayan bir finansman şeklidir. Bu finansman şekli birçok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de yeni iş sahaları oluşturma, yeni fikirleri destekleme, girişimciliği destekleyerek rekabeti arttırma gibi olumlu sonuçları açısından büyük öneme sahiptir. Risk sermayesi olarak da adlandırılan girişim sermayesinin riski, ortaya çıkarılan yeni ürünün ve ya hizmetin piyasadaki başarı şansıdır.[3]
b) Girişim Sermayesi Yatırımı
Girişim sermayesi yatırımlarını temel olarak girişim şirketlerine doğrudan ve dolaylı olarak ortak olunması ve girişim şirketlerinin borçlanma araçlarının satın alınması diğer bir ifadeyle girişim şirketlerine kreditör olunması olarak iki başlık altında toplayabiliriz. Girişim şirketlerine doğrudan ortak olunması bu şirketlerin hisse senetlerinin satın alınması anlamındadır. GSYO'lar dolaylı olarak da girişim şirketlerine ortak olabilirler, bu dolaylı ortaklığı yurtiçinde kurulu özel amaçlı şirketler (holdingler) ve girişim sermayesi fonları ile yurtdışında kurulu girişim sermayesi fonları üzerinden gerçekleştirebilirler.
Bahsedilen bu dolaylı yapıların ortak özelliği gerek yurtiçinde gerekse yurtdışında kurulsun, faaliyet amaçlarının sadece yurtiçinde kurulu girişim şirketlerine yatırım yapmak olmasıdır.[4]
c) Girişim Şirketi
SPK’nın 9 Ekim 2013 tarihli ve 28790 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan “Girişim Sermayesi Yatırım Ortaklıklarına İlişkin Esaslar Tebliğ”inin madde 3/1-f bendinde ifade edildiği üzere “Türkiye’de kurulu veya kurulacak olan, gelişme potansiyeli taşıyan ve kaynak ihtiyacı olan şirketler” girişim şirketi olarak tanımlanmaktadır.
d) Girişim Sermayesi Fonları(GSF)İle Özel Sermaye Fonları(ÖSF) Arasındaki Fark
Özel Sermaye Fonları(ÖSF) genellikle halka açık olmayan şirketlere doğrudan sermaye yatırımı yapan fonlardır. Ortaklar, çoğunlukla emekli sandıkları, sigorta şirketleri, vakıflar, şirketler ve bireylerdir. ÖSF’yi Risk Sermayesi Ortaklıklarından (Venture Capital Fund) ayıran temel fark, ÖSF’nin çoğunlukla kurulmuş ve bir geçmişi olan şirketlere yatırım yapmasıdır. Risk Sermayesi ise proje ve fikir aşamasındaki girişimcilere finansman sağlar ve nispeten ÖSF’ye göre daha riskli, ancak getirisi de daha yüksek olabilecek, kuruluş (start-up) dönemindeki şirketlere yatırım yapmasıdır.[5] ÖSF ile GSF arasındaki farkı aşağıdaki tablo net bir şekilde özetlemektedir.[6]
Girişim sermayesi yatırım fonları şirkete finansman sağlamanın yanı sıra, gerekli olan finansal ve stratejik desteği sağlayarak şirketin büyümesine de katkıda bulunmayı amaçlamaktadırlar. Bu itibarla bu fonlar profesyonel yöneticileri aracılığıyla yatırım yaptıkları şirketlerin gelişimiyle yakından ilgilenirler. Stratejik destek sağlamak, şirkete yeni bir perspektif kazandırmak ve benzer şirketlerden elde ettikleri deneyimleri diğer şirket yatırımlarında da kullanmak amacıyla bu fonlar yönetim kurulunda söz sahibi olmaktadırlar.[7] Başka bir deyişle fonlar, ortaklıklarını yönetim kurullarında çeşitli haklar alarak güvencede tutmak isterler.
e) Girişim Sermayesinin KOBİ’ler İçin Önemi
Ülke ekonomisi içerisinde sayı bakımından en az paya sahip olan Küçük ve Orta Boyutlu İşletmeler (KOBİ) esneklikleri itibariyle daha fazla yenilik üretme potansiyeline sahip olmakla beraber yeni projeleri hayata geçirecek finansal kaynağa çoğunlukla sahip değildir. Ürün/hizmet açısından rakiplerine göre avantajlı pozisyonda olmalarına rağmen, kapasite ve finansman darlığı çeken KOBİ'lere finansman ve yönetsel destek işte tam bu noktada girişim sermayesi yoluyla devreye girmektedir.
Girişim sermayesi fonlarının yatırımından sonra şirketler çok hızlı bir şekilde yeniden yapılandırma süreci yaşayarak kurumsallaşma konusunda büyük mesafeler alabilmektedirler. Bunun sonucunda artan kurumsal imajla birlikte güçlenen mali yapı güçlenmektedir. Mali yapının güçlenmesi, finansal kuruluşların, mal ve malzeme tedarikçilerinin ve müşterilerinin şirkete olan güveninin artmasına neden olmaktadır. Bu da şirketine kaliteli mal veya hizmeti rekabetçi fiyatlarla üreterek satmasına ve sonuçta da hızlı ve istikrarlı büyümesine neden olmaktadır.[8]
KOBİ’lerin büyüme sürecine girmesiyle birlikte işletme sahibi yönetici olarak yetersiz hale gelmektedir. Dolaysısıyla bu aşamada işletmelerde profesyonel yöneticilerin istihdamı ve kurumsallaşma ihtiyacı ortaya çıkmaktadır. İşte bu noktada da Girişim Sermayesi Yatırım Fonları sahip oldukları deneyimleri KOBİ’lerle paylaşarak iş hayatında ayakta durmalarını sağlamaktadır.
2) Girişim Sermayesi Yatırım Ortaklıkları (GSYO)
30.12.2012 tarih ve 28513 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6362 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu ile getirilen yenilikler dikkate alınarak; Girişim Sermayesi Yatırım Ortaklıklarına ilişkin usul ve esaslar SPK’nın III-48.3 "Girişim Sermayesi Yatırım Ortaklıklarına İlişkin Esaslar Tebliği” ile yeniden düzenlenmiştir. Bahse konu tebliğ 09.10.2013 tarih ve 28790 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Ortaklığın tanımı tebliğin 4. maddesinde şu şekilde ifade edilmektedir:
“Girişim sermayesi yatırım ortaklığı, bu Tebliğ ile belirlenmiş usul ve esaslar dahilinde, girişim sermayesi yatırımları, sermaye piyasası araçları ve Kurulca belirlenecek diğer varlık ve haklardan oluşan portföyü işletmek amacıyla paylarını ihraç etmek üzere kurulan veya esas sözleşme değişikliği yolu ile dönüşen, Kanunun 48 inci maddesinde[9] sınırı çizilen faaliyetler çerçevesinde olmak kaydı ile bu Tebliğde izin verilen diğer faaliyetlerde bulunabilen ve kayıtlı sermaye sistemine tabi anonim ortaklık olan sermaye piyasası kurumudur.”
Yapılan bu yeni düzenleme ile;
- Asgari sermaye şartına, asgari halka açıklık oranına ve nitelikli yatırımcılara satışa ilişkin esaslar belirlenmektedir.
- Nitelikli yatırımcılara satış yapmak üzere kurulan GSYO’lara ilişkin ayrıntılı düzenlemeler yapılmakta ve bu ortaklıklara yatırım sınırlamalarında önemli esneklikler sağlanmaktadır. Bu düzenleme ile uluslararası “private equity” modeline paralel bir yapı ülkemize kazandırılmaktadır.
- GSYO’ların girişim şirketlerine borç ve sermaye finansmanının karması olarak yapılandırılmış finansman (mezzanine finance) sağlayabilmelerine imkan verilmektedir. Bu şekilde GSYO’lar tarafından girişim sermayesi yatırımlarına yönlendirilecek potansiyel kaynağın artırılması amaçlanmıştır.
- Küçük ve orta büyüklükteki işletmelere (KOBİ) yapılacak yatırımları kolaylaştırmak maksadıyla, GSYO’lar tarafından belli oran ve şartlar dahilinde KOBİ’ler lehine rehin ve teminat tesis edilebilmesine imkan tanınmaktadır. Bu şekilde GSYO’ların KOBİ’lere doğrudan sağladıkları finasmanın yanı sıra, KOBİ’lerin banka kredileri gibi dış finansmana erişiminde uygulamada karşılaşılan sorunlar giderilmektedir.
- Portföy sınırlamalarına ilişkin esaslar belirlenmekte ve yatırımdan çıkış nedeniyle oluşabilecek portföy sınırlamalarına aykırılıklarda uygulanacak esaslar yeniden düzenlenmektedir.
- Tebliğ’deki yükümlülükler karşısında yönetim kurulunun veya yetkilendirilmiş olması halinde ilgili murahhas üyenin sorumluluğuna ilişkin düzenleme yapılmakta, bu suretle tüzel kişiliğin ve yöneticilerin sorumlulukları açıklığa kavuşturulmaktadır.[10]
Türkiye’de girişim sermeyesi yatırım ortaklığı sistemine ilişkin ilk düzenleme 1993 yılında yapılmış olup, 1998, 2003 ve 2004 yıllarında yapılan düzenlemelerle son halini almıştır.
Bu konuda Türkiye’deki ilk girişim bankalar tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu amaçla kurulan ilk fon Vakıf Risk A.Ş. olup, şu anda Türkiye’de Vakıf Risk, İş Risk ve KOBİ GSYO olmak üzere 3 adet Türk girişim sermeyesi yatırım ortaklığı firması bulunmaktadır. Ayrıca, AIG, Alliance Capital ve Morgan Stanley’in de aralarında bulunduğu 4 adet yabancı sermayeli GSYO firması bulunmaktadır.[11]
"Girişim Sermayesi Yatırım Ortaklıklarına İlişkin Esaslar Tebliği” Girişim sermayesi yatırım ortaklığı olarak kurulan veya esas sözleşme değişikliği yoluyla girişim sermayesi yatırım ortaklığına dönüşen ortaklıkların, paylarını halka arz yoluyla satabilmeleri için, gerekli olan koşulları da açık bir şekilde düzenlemektedir. Bu tebliğin 11. maddesinde “Halka Arz” başlıklı kısımda ifade edildiği üzere GSYO kuruluşlarının veya esas sözleşme değişiklikleri ile GSYO’na dönüştürülen ortaklıkların esas sözleşme değişikliklerinin ticaret siciline tescilini takip eden 18 ay içinde asgari olarak bir girişim sermayesi yatırımı yapmaları, üç yıl içinde ise girişim sermayesi yatırım portföyünü bu Tebliğ hükümlerine uygun olarak oluşturmaları ve çıkarılmış sermayelerinin asgari %25’ini temsil eden payların halka arzına ilişkin izahnamenin onaylanması talebiyle Kurula başvurmaları zorunludur.
Satış süreci bittikten sonra ise bahse konu tebliğin 13. maddesinde ifade edildiği üzere satış süresinin bitimini takip eden 15 gün içinde paylarının Borsa İstanbul A.Ş. kotuna alınması için gerekli belgenin verilmesi istemiyle Kurula başvururlar. Bu belgenin alınmasını takiben 15 gün içinde de payların kote edilmesi isteği ile Borsa İstanbul A.Ş.’ye müracaat edilmesi zorunludur.
GSYO’ların faaliyet kapsamı ise tebliğin 20. maddesinde şu şekilde sıralanmaktadır:
- Bahse konu tebliğde belirtilen esaslar çerçevesinde girişim sermayesi yatırımları yapabilirler.
- Girişim sermayesi yatırımları dışında portföylerini çeşitlendirmek amacıyla, borsada işlem gören veya görmek üzere ihraç edilen sermaye piyasası araçlarına, borsada ters repo işlemlerine, Takasbank Para Piyasası işlemlerine ve yatırım fonu katılma payları ile TL ve döviz cinsinden vadeli-vadesiz mevduat ve katılma hesabına yatırım yapabilirler.
- Portföylerindeki girişim şirketlerinin yönetimine katılabilirler.
- Portföylerindeki girişim şirketlerine danışmanlık hizmeti verebilirler.
- Türkiye’deki girişim sermayesi faaliyetlerine yönelik olarak danışmanlık hizmeti vermek üzere yurtiçinde ve yurtdışında kurulu danışmanlık şirketlerine ortak olabilirler.
- Yurtiçinde kurulu portföy yönetim şirketleri ile yurtdışında kurulmakla birlikte faaliyet kapsamı sadece yurtiçinde kurulu girişim şirketleri olan portföy yönetim şirketlerine ortak olabilirler.
- Borsa İstanbul A.Ş. Gelişen İşletmeler Piyasasında piyasa danışmanlığı hizmeti verebilirler.
GSYO’lar girişim sermayesi yatırımlarına, ortaklık aktif toplamının en az %51’i oranında yatırım yapmak zorundadırlar.(SPKn m.22/1-b) Bu şekilde portföy sınırlamaları ortaya konulmuştur. Portföy sınırlamalarına aykırılık bulunması durumunda ise Kurula süre talebiyle başvuruda bulunulması ve başvurunun Kurulca uygun görülmesi şartlarıyla ortaklıklara ve varsa portföy yöneticisine bu Tebliğde öngörülen azami sınırlara uyumun tekrar sağlanması amacıyla, aykırılığın oluştuğu hesap döneminin sonundan itibaren bir yıl süre verilebilir.
GSYO’ların finansal borç sınırı ise ilgili tebliğin 29. maddesi ile çizilmiştir. Buna göre “Banka kredileri dahil olmak üzere kısa vadeli finansal borçlarının değeri ile kısa vadeli ihraç edilen borçlanma araçlarının nominal değerinin toplamı, ortaklığın bağımsız denetimden geçmiş son yıllık bireysel finansal tablosunda yer alan özsermayelerinin yarısını, bir yıl ve daha uzun vadeli finansal borçlarının değeri ile uzun vadeli ihraç edilen borçlanma araçlarının nominal değerinin toplamı ise ortaklığın bağımsız denetimden geçmiş son yıllık bireysel finansal tablosunda yer alan özsermayelerinin iki katını aşamaz.”
GSYO’ların kazançları kurumlar vergisinden muaftır. 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu’nun İstisnalar başlıklı 5/1-d maddesi uyarınca bu durum ortaya konulmuştur. Ayrıca madde 15/3 madde 5/1-d’ye atıfta bulunmak suretiyle bahsi geçen kazançlardan, dağıtılsın veya dağıtılmasın, kurum bünyesinde % 15 oranında vergi kesintisi yapılacağı ifade edilmektedir.
3)Girişim Sermayesi Fonu’nun 6322 Sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişikli Yapılmasına Dair Kanundaki Yeri
6322 sayılı Kanun ile vergi sistemimize giren ‘Girişim Sermayesi Fonu’ küçük-orta ölçekli, finansal kaynak bulma noktasında sıkıntı çeken işletmelerin yatırım kararlarında yeni bir alternatif oluşturmaktadır. Bir vergi teşviki olarak da kabul edilebilen ‘Girişim Sermayesi Fonu’ hem Gelir Vergisi Kanunu hem de Kurumlar Vergisi Kanunu’nda yapılan paralel düzenlemelerle işletmelerin vergiye tabi gelirlerinin belirlenmesinde önemli bir teşvik niteliği kazanmıştır.
Vergi Usul Kanunu’nu madde 325/A-1’de ifade edildiği üzere “Sermaye Piyasası Kurulunun düzenleme ve denetimine tabi olarak Türkiye’de kurulmuş veya kurulacak olan girişim sermayesi yatırım ortaklıklarına sermaye olarak konulması veya girişim sermayesi yatırım fonu paylarının satın alınması amacıyla, ilgili dönem kazancından veya beyan edilen gelirden girişim sermayesi fonu ayrılabilir.” Kanunun maddesinin mefumu mualifinden anlaşıldığı üzere Türkiye’de kurulmayan yabancı girişim sermayeli yatırım ortakları ile girişim sermayesi yatırım fonları bu düzenlemenin kapsamı dışında kalmaktadır. Kanaatimizce kanun koyucunun buradaki amacı ülkesel bazda bir gelişim, ilerleme ve kalkınmanın sağlanması yönünde teşvik oluşmaktadır.
VUK M.325/A-1’in devamında “Bu fon, kurum kazancının veya beyan edilen gelirin %10’unu ve öz sermayenin %20’sini aşamaz.” denilmek suretiyle oluşturulacak olan Girişim Sermayesi Fonuna bir sınır getirilmiştir. Kanun koyucu bu sınırı çizerken 3 ana unsur üzerinde durmuştur:
1) Girişim Sermayesi Fonu, ilgili dönem kazancından veya beyan edilen gelirden ayrılmalıdır.
2)Kurum kazancının veya beyan edilen gelirin %10’unu aşmamalıdır.
3) Kurum öz sermayesinin %20’sini aşmamalıdır.
Bunu formüle edersek;
Girişim sermaye fonu= { (Ticari bilanço kârı/zararı + Kanunen kabul edilmeyen giderler) – (Geçmiş yıl zararları + Tüm indirim ve istisnalar)} X %10[12]
Hemen ifade etmek gerekir ki, kurumun ayırabileceği girişim sermayesi fonunu toplamı her halükarda öz sermayesinin %20’sini geçmeyecektir.
Örneğin, 31.12.2010 tarihi itibariyle (X) Anonim Şirketinin;
- Öz sermayesi 4.000.000.-TL,
- Ticari bilanço karı 8.300.000.-TL,
- Kanunen Kabul Edilmeyen Giderler toplamı 850.000.-TL,
- 2009 yılı zararı 1.000.000.- TL,
- Yatırım indirimi istisnası 400.000.-TL,
- Bağış ve yardımlar 100.000.-TL,
- Personel dağıtılacak temettü ikramiyesi 450.000.-TL
Ayırabileceği girişim sermaye fonu; (Bilanço karı + KKEG)-(2011 yılı zararı +Yatırım indirimi +Bağış ve yardımlar + Personele dağıtılacak temettü ikramiyesi) x %10 formül yardımı ile;
(8.300.000.- + 850.000.-) – (1.000.000.- + 400.000.- + 100.000.- + 450.000.-) x %10 = 880.000.- TL hesaplanmasına karşın, öz sermayenin %20’si (4.000.000.- x%20)= 800.000.- olduğu için bu kurumun ayırabileceği toplan girişim sermayesi fonu 880.000.-TL değil 800.000.- TL olacaktır.
Oluşturulan girişim sermayesi fonunun VUK m.325/A-2 uyarınca pasifte geçici bir hesapta tutulacağı hükme bağlanmıştır. Bu durum girişim sermayesi fonu oluşturacak olanların bilanço usulüne göre defter tutacak olan gelir vergisi mükellefleri ile kurumlar vergisi mükelleflerinin olması gerektiğini ortaya koymaktadır.[13] Madde metninde açıkça bu fonun pasifte oluşturacağı ifade edilmektedir. Bilindiği üzere pasifte fon oluşturmak yalnızca bilanço esasında mümkündür. Hükmün mefhum-u mualifinden hareketle işletme esasına tabi olanların girişim sermayesi oluşturamayacağını söyleyebiliriz.
VUK m.325/A-2’nin devamında ise; “Mükelleflerce, fonun ayrıldığı yılın sonuna kadar girişim sermayesi yatırım ortaklıklarına veya girişim sermayesi yatırım fonlarına yatırım yapılmaması halinde, zamanında tahakkuk ettirilmeyen vergiler gecikme faizi ile birlikte tahsil edilir.” denilmektedir. Kanaatimizce kanun koyucunun bu hükmü düzenleme amacı zamanında ödenmeyen vergiler kapsamında bir vergi cezası öngörmek değil sadece bu vergilerin gecikme faiziyle birlikte tahsil edileceğini vurgulamaktır.
Fon oluşumunu özendirmek amacıyla 6322 sayılı kanunla birtakım vergi kolaylıkları getirilmiştir. 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu’nun “Diğer İndirimler” başlıklı 89/1. maddesine 6322 sayılı kanunla eklenen 12. bent uyarınca “Vergi Usul Kanununun 325/A maddesine göre girişim sermayesi fonu olarak ayrılan tutarların beyan edilen gelirin %10’unu aşmayan kısmı.”nın gelir vergisi matrahının tespitinde, gelir vergisi beyannamesinde bildirilecek gelirlerden indirilebileceği düzenlenmiştir.
6322 sayılı kanunla Kurumlar Vergisi Kanunu’nda da birtakım değişiklikler yapılmıştır. Bu kanunun 34. maddesi ile 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu’nun “İstisnalar” başlıklı 5/1. maddesinin a bendi değiştirilerek ; “a) Kurumların;
1) Tam mükellefiyete tabi başka bir kurumun sermayesine katılımlarından elde ettikleri kazançlar,
2) Tam mükellefiyete tabi başka bir kurumun kârına katılma imkânı veren kurucu senetleri ile diğer intifa senetlerinden elde ettikleri kâr payları,
3) Tam mükellefiyete tabi girişim sermayesi yatırım fonu katılma payları ile girişim sermayesi yatırım ortaklıklarının hisse senetlerinden elde ettikleri kâr payları.
Diğer fon ve yatırım ortaklıklarının katılma payları ve hisse senetlerinden elde edilen kâr payları bu istisnadan yararlanamaz.” şeklinde yeniden düzenlenmiştir.
Kurumlar Vergisi Kanunu’na bu kanunla getirilen diğer bir düzenleme ise 6322 sayılı kanunun 32. Maddesi ile Kurumlar Vergisi Kanunu’nun “Diğer İndirimler” başlıklı 10/1. maddesine eklenen g bendinde ifade edildiği üzere: “213 sayılı Vergi Usul Kanununun 325/A maddesine göre girişim sermayesi fonu olarak ayrılan tutarların beyan edilen gelirin %10’unu aşmayan kısmı” kurumlar vergisi matrahının tespitinde; kurumlar vergisi beyannamesi üzerinde ayrıca gösterilmek şartıyla, kurum kazancından indirilebilir.
Girişim sermayesi fonu esas itibariyle vergiden muaf olup hangi durumlarda vergiye tabi tutulacağı VUK m.325/A-3’de sistematik bir şekilde sıralanmaktadır.
Bu fon;
- Amacı dışında herhangi bir suretle başka bir hesaba nakledilmesi,
- İşletmeden çekilmesi,
- Ortaklara dağıtılması,
- Dar mükelleflerce ana merkeze aktarılması,
- Mükelleflerce işin terki,
- İşletmenin tasfiyesi, devredilmesi veya bölünmesi,
- Girişim sermayesi yatırım ortaklıklarının hisse senetlerinin veya girişim sermayesi yatırım fonu katılma paylarının elden çıkarılmasından itibaren altı ay içinde aynı amaçla yeniden kullanılmaması,
halinde, bu işlemlerin yapıldığı veya sürenin dolduğu dönemde-diğer kazançlardan ayrı olarak- vergiye tabi tutulur. Bu durum 7 Seri Nolu Kurumlar Vergisi Genel Tebliğinde düzenlenmiş olup söz konusu tebliğde bu fonun tutarları, beyan edildiği döneme ilişkin dönem zararı, geçmiş yıl zararları, indirim ve istisnalar ile ilişkilendirilmeksizin vergilendirilecektir denilmektedir. Gene bu tebliğ uyarınca yukarıda sayılan hallerde sadece girişim sermayesi fonu hesabında tutulan ve önceki yıllarda indirim konusu yapılan tutarlar vergiye tabi tutulacak olup daha önce beyannamede indirim konusu yapılan tutarlar bakımından ise herhangi bir işlem yapılmayacaktır.
Kanun koyucu Vergi Usul Kanunu’nda yaptığı bu yeni düzenleme ile m. 328/4 ve m. 329/2’de yer alan “Yenileme Fonu” na benzer bir kurum oluşturmayı amaçlamıştır. Yapılan bu düzenlemelerin ortak amacı ülkemizde kurulmuş bulunan yahut kurulma aşamasında olan şirketlere, işletmelere ve girişimcilere gerekli olan sermayeyi sağlamaktır.
SONUÇ
6322 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 15. maddesi uyarınca Vergi Usul Kanunu’nun 325/A numaralı maddesi kapsamında Girişim Sermayesi Fonu Türk Hukuk Sistemi içerisinde yerini almıştır. Bununla birlikte fon oluşumunda vergi kolaylıkları sağlayabilmek adına 6322 sayılı kanunla Gelir Vergisi Kanunu ve Kurumlar Vergisi Kanunu’nda birtakım düzenlemeler yapılmıştır. Bu düzenlemeler her iki kanunda da öncelikle “Diğer İndirimler” başlığı altında yer almakla birlikte konu hakkında Kurumlar Vergisi Kanunu’nda yer alan ikinci düzenleme “İstisnalar” başlığı altında yer almaktadır. Aynı hususun farklı başlıklar altında düzenlenmiş olması kanun sistematiğine aykırılık teşkil etmektedir.
Her iki kanunda da gelirin %10’unu aşmayan kısmının indirim konusu yapılabileceği düzenlenmektedir. Yani ticari bilanço karına (veya zararına) kanunen kabul edilmeyen giderlerin eklenmesiyle bulunacak tutardan geçmiş yıl zararları ve varsa diğer bütün istisna ve indirimlerin düşülmesinden sonra halen kurum kazancı kalmışsa bu kazancın % 10'u indirim konusu yapılabilecektir. Bu şekilde bir düzenleme kanun koyucunun Girişim Sermayesi Fonu adı altında oluşturmuş olduğu teşvik niteliğindeki kurumun TEŞVİK olma unsuruna hizmet eder nitelikte değildir. Getirilen bu yeni düzenlemenin hukuk sistematiği içerisinde tutarlı bir bağlantı kuracak şekilde yer alması gerekirken kanun koyucu normlar arasındaki sistematik ilişkiyi dikkate almadan düzenlemede bulunmuştur. Kanaatimizce bahse konu teşvik unsurunun her iki kanunda da “İstisnalar” başlığı altında düzenlemesi Girişim Sermayesi Fonu’nun oluşturulma amacına daha iyi hizmet edeceğini düşünmekteyiz.
Bahsettiğimiz usuli problemlerin yanı sıra Girişim Sermayesi Fonu’nun hukuk sistemimize dahil edilmesi ile finansal kaynak sıkıntısı çeken pek çok küçük ve orta ölçekli işletmenin gelecek vadeden projelerine sermaye katkısı ve deneyimsel anlamda destek sağlayarak inandıkları projeleri hayata geçirebilmeleri için önemli bir kaynak teşkil etmektedir.